Peki
ya sonra?
Karşılaştığı
ilk zorlukta nedenlerini dahi düşünüp araştırmadan kabullenmeye yatkın, her
geçen gün mücadele etmekten biraz daha uzaklaşan ve bir o kadar da umutsuz ve
mutluluğa hasret bir toplum…
Elbette
her daim bir yol gösterici arayan…
Peki
ya her şeyi kendi kontrolü dışında bırakıp çıkar yolu için başkasından medet
uman bir toplum, günün sonunda gerçekten de kendi istediklerine mi sahip olur,
yoksa kendisine lütfedilene mi razı olur?
Siyasetin
ve siyasetçinin had safhada ön plana çıktığı ülkelerde, şüphesiz ki bundan
nemalanan kişiler de daha önce hiç görmedikleri (hatta belki de düşünemeyecekleri
kadar bile) kendilerindeki bu yapay gücü her geçen gün çok daha fazla
hissedecekler ve en nihayetinde bu gücün kendilerini zehirlediklerini dahi fark
edemeyeceklerdir.
Siyasete
ve siyasetçilere bu kadar büyük oranda misyon yükleyen toplumlar ise,
kendilerindeki gücü kendi elleriyle bu yapıya teslim ederek aciz duruma düşecek
ve en ufak bir çaresizlikte bu yapıdan medet umar pozisyonda kendilerini
bularak adeta yardım dilenir hale geleceklerdir.
Siyasetin
ve siyasetçilerin önem kazanmaya devam ettiği her an itibariyle de liyakatsiz
yönetim gruplarının peydahlanarak kaçınılmaz şekilde artış göstermeye başlaması
yine en nihayetinde toplumları aciz bırakacaktır.
Bu
aciziyet de huzursuzlukları ve düzen bozukluklarını beraberinde getirerek
toplumda ayrışmalara, kutuplaşmalara sebebiyet verecek ve dolayısıyla da toplumun
yaşam standartlarının çok daha gerilemesine neden olacaktır.
Özetle,
bu nitelikte yaşamlarını sürdüren toplumların geleceği de kaçınılmaz olarak hüsranla
sonuçlanacaktır.
Adil
ve eşitlikçi bir yönetim anlayışını konu alan ve sosyalizme dair pek çok örnek
barındıran Thomas More’un “Utopia”
adlı eserinde; mülkiyet hakkının olmadığı, sosyal statüye yer verilmeden
herkesin eşit sayıldığı, toplumu oluşturan bireylerin tamamının becerileri
doğrultusunda toplum adına eşit sürelerde çalışarak üretim faaliyetlerinde
bulunarak bütüne hizmet ettikleri, aile ve bir arada olma bilincinin ön planda
yer aldığı toplantılarda kültürel ve sanatsal faaliyetlerle birlikte zaman
geçirilmesinin teşvik edilerek paylaşımların arttırıldığı, kişisel yetenek ve
merak unsurlarıyla birlikte bilimsel faaliyetlerin önem kazandığı ve bu
çalışmaların kadın-erkek tüm bireyler tarafından desteklenerek toplumsal
dayanışma içerisinde geçen bir hayat felsefesinin benimsendiği, herkesin
rahatlıkla okuyup anlayabileceği ve uygulanabilir sade kanunlarla öz bir yasa
çerçevesinde kuralların belirlendiği, idam veya hapis cezasının yerine kamu
hizmetleriyle terbiye edilen bir ceza yönteminin uygulanarak bireylerin topluma
kazandırılmasının hedeflendiği, gösteriş veya şatafattan uzak bir şekilde
insanların birbirinden farklarının olmadığını gösterir nitelikte bir yaşam
tarzının olduğu gibi daha pek çok hususu barındıran bütüncül bir yönetim
anlayışı ve toplumsal bilinç üzerinde durulmaktadır.
Nitekim
toplumların daha iyi ve çağdaş bir hayat sürebilmeleri için de, öncelikle
kişisel farkındalık düzeylerini arttırmaları ve toplumsal fayda unsuru üzerinde
gelişmeleri gerekmekte olup; stoacılık kavramı olarak bilinen aklın egemen
kılındığı, bilime dayalı ve aynı zamanda da doğaya uygun yaşamayı salık veren,
daha üstün refah seviyelerinde ve mutluluk veren bir yaşamı hedefleyen
felsefeye sahip olarak bu doğrultuda kuralların ve sınırların belirlendiği bir
yönetim anlayışının benimsenmesi gerektiği bilincine sahip olunması
gerekmektedir.
Bu
anlamda, toplumu oluşturan her bir bireyin öncelikle kendisine sunacağı
katkıların yanında toplumsal fayda noktasında iyileşmeye dair etki edeceği en
ufak bir adım dahi, bu kültürün oluşturulmasında büyük fayda sağlayacak olup
gelecekten çok daha umutlu olunması anlamında da önemli katkılar sağlayacaktır.
Yaşamakta
olduğumuz günümüz dünyasında ve özellikle de ülkemizde maruz kalınan sorunların
toplumu daha fazla olumsuz etkilememesi adına; toplumun siyasete alet olmayıp siyasi
yapıların topluma hizmet etmesi gerektiği gerçeğini ıskalamadan, siyasi
unsurlarca insani yaşama değerlerinin hiçe sayılarak suçlanmaları da pahasına
hayatlarının ucuzlaştırılması yerine yönetimlerin sorgulandığı, eşitlikçi ve
adil bir yapının benimsendiği, bilimsel çalışmalar ışığında hareket edilebilen,
sahip olunan değerlerin geleceğe taşınabilmesi noktasında yaşanılan çevreye ve
doğaya uyumlu hareket kabiliyetinin geliştirildiği, bireysel zenginlikten
ziyade toplumsal kalkınmanın önemsendiği bir anlayışla, öncelikle bireylerin
bilimsel, sanatsal, kültürel, sportif alanlar gibi hemen her dalda çok yönlü
olarak gelişim gösterdikleri ve birbirlerini de iyi anlamda etkileyerek
toplumsal gelişimi desteklemeleri noktasında sorgulayıcı ve paylaşımcı olmalarının
hayati bir önemi bulunmakta olup, bu kültürün oluşturulabilmesi için herkesin
üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmesi de elzem bulunmaktadır.
Daha
iyi bir gelecek için, şüphesiz değişime kendimizden başlamak zorundayız…
Bilinçli
ve farkındalık düzeyi gelişmiş bir toplum anlamındaki kültür kavramının sağlam
temeller üzerinde inşa edilebilmesi noktasında da, öncelikli olarak nicelikten ziyade
niteliğe önem verilmelidir ki, bireylerin etkileşimleri noktasındaki
aktarımlarda da daha iyiye olan hedefe en uygun şekilde ilerleme
kaydedilebilsin.
- Ender MAZI -
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder